Aylardan Ocak. Paris yeni bir sabahını yaşıyor. Sokaktaki kadınların dişi topuk sesleriyle uyanıyor. Kahveler dolmaya başlıyor; yani havada tatlı bir telaşlı var.
Ben de büyüdükten sonra büyüdüm yürüyorum. Hava ıslak ve serin. Üşüdüm, bir kafeye daldım.
Ne güzel bir sabah. Paris'in sokakları, kafeleri, restoranları, binaları hepsi çok çekici… Eskiler, ama yorgun değiller. Ben hep evlerin içini, dekorasyonlarını, perdelerin renklerini, mobilyalarının hangi döneme ait bilgileri, kütüphanelerinde nasıl kitap olduğunu, ne tür müzik dinlediklerini, nasıl seviştiklerini, çirkin ama nasıl çekici kadınların bilgilerini hep merak etmişimdir.
İşte bu sırada Café'den siyah içerisi bereli, kısa boylu, kemikli suratlı çirkince bir kadın girdi. Yürüyüşü, davranışıydı. Dikkatimi çekti; dar bir etek giymiş. Dosya yarışmaları ve sınırlı kırmızı pabucu ile hızla bara yaklaştı ve bir şarap istedi. Şarabını yudumlarken barın aynasından kendini buğulu gözlerle süzdü. Belli ki kendini beğeniyor.
Belki de aşıktı, kim bilir?
İçkisini artırdı, hesabı hızla ödedi. Ayna beresini düzeltip çantasından kırmızı rujunu çıkarttı, kalın tırnaklarına dayandı. Gizli bir şehvetle kendine bir daha baktı. Sigarasını o kalın uçlarına taktı. Hazırdı.
Hızla çıktı gitti…
Ardında parıltısı, topuk sesleri ve parfüm kokusu kaldı…
İşte büyülü Fransız kadını!